BESLENMEÖNERİLER

Beslenme / Sağlık

Yazar: 11 Mart 2015 Yorum yok

Daha önce giriş bölümünde de belirttiğim gibi, temel olarak avcı-toplayıcı diyeti uyguluyorum. Pardon sözümü geri alıyorum, çünkü “diyet” sözcüğünü hiç sevmem. Diğer bir deyişle, yediklerimi bazı değişikliklerle avcı-toplayıcı hayat biçimine göre seçiyorum.
Miktarlarıda aşağıda gördüğünüz gibi azdan çoğa doğru tüketmelisiniz:

piramit

Ailemizin avcısı ise damadım Brett. Aşağıda kendi yakaladığı koca ağızlı bir levrekle birlikte çekilmiş fotoğrafında Brett’i ve sevgili torunlarım Hannah ile Henry’i görebilirsiniz.

Bulabileceğimiz en iyi deniz ürünlerini gerçekten de Charleston’a ailemizi ziyarete gittiğimiz zaman yiyoruz. Deniz alabalığı, pisi balığı, tekir balığı, karides, mavi yengeç… Hepsini de Brett tutuyor.

Sağlıklı bir hayat sürdürebilmek için neden aşağıda listelediğim bütün yiyecekleri tüketmemiz gerektiğini daha detaylı anlatacağım, fakat şimdilik listelediğim kategorilerin içeriklerine bir göz atalım.

BAHARATLAR
Zerdeçal, öğütülmüş karanfil, zencefil, tarçın, kara biber ve kırmızı biber.

PROBİYOTİKLER
Çiğ sütten ev yapımı yoğurt (%75 manda, %25 inek sütü), ev yapımı kombucha çayı, ev yapımı su kefiri, turşu (lahana, salatalık, yeşil biber), ve tortulu (süzülmemiş) organik elma sirkesi.

ÇEREZLER, TOHUMLAR, FAYDALI SIVI VE KATI YAĞLAR
Antep fıstığı, badem, fındık, ceviz, çam fıstığı, kabak çekirdeği, makademya cevizi, sızma zeytinyağı, hindistancevizi yağı, tereyağı, tahin ve çörek otu yağı.

MEYVELER
Limon, portakal, greyfurt, mandalina, pomelo, ahududu, böğürtlen, yaban mersini (blueberries), kiraz, karadut, nar, ananas, elma, kivi, çekirdekli siyah üzüm, siyah kuşüzümü, goji berry, şeftali, kayısı ve ORGANİK karpuz. Bir de organik bal.
Bu saydıklarım Glisemik Endeksi göreceli olarak daha düşük meyvelerdir, ayrıca SADECE sabahları meyve tüketirim.

ET VE DENİZ ÜRÜNLERİ
Eğer bulunabiliyorsa çayırda beslenmiş sığır eti, sakatat, serbest dolaşan köy tavuğu, çiftlik üretimi olmayan balık, yerli karides ve kuzu eti. Serbest dolaşan tavuk yumurtası ve bıldırcın yumurtasını da bu kategoriye ekleyebiliriz sanırım.

fish

SEBZELER VE SEBZE SULARI
Semizotu, brokoli, kuşkonmaz, lahana, brüksel lahanası, karnıbahar, kıvırcık lahana, ıspanak, pazı, kereviz sapı, kereviz kökü, karışık salatalık yeşillikler, salatalık, mevsiminde domates, kinoa (hayır, tahıl grubuna girmiyor), pancar, turplar, avakado, pırasa, soğan, sarımsak, kabak, dolmalık biber, maydanoz, dereotu, (shitake) şitake mantarı, bamya, bezelye (aslında botanik sınıflandırmada sebze değil meyve sınıfına girer), enginar ve yerelması.

SU
Suyunuzu pet şişeden içmeyin. Sağlıksız ve tehlike içermeyen bileşenler içeren bir plastik malzemeden üterilmiş olsa bile, bütün plastik şişeler güneş ışığına maruz bırakıldıklarında suya oldukça zehirli kimyasallar iletirler. En zararsız olanlar ise, şişenin altındaki üçgende 5 yazanlar olduğu söylenmektedir.

Ben cam şişe kullanmayı tercih ediyorum, ofiste 700 mL’lik cam şişeler ve evde 15 litrelik cam damacana kullanıyorum.

Ayrıca Brita gibi bir arıtma sürahisi kullarak musluk suyunuzu arıtarak içebilirsiniz.

NELERİ YEMİYORUM?
Şimdi de yemediğim besinlere göz atalım. Arada sırada ufak kaçamaklar olabilir, bunları da sizlere ileteceğime söz veriyorum. Fakat genel anlamda şu sayacaklarımı yemiyorum:

Tahıllar (buğday, çavdar, arpa, yulaf, pirinç, mısır, vs.),

Tahıl ürünleri (ekmek, çörek, spagetti, makarna, pirinç pilavı, kek, kurabiye, pizza, mısır gevreği gibi kahvaltılık gevrekler, vs.),
Patates,

Süt ve süt ürünleri, süpermarkette satılan hazır yoğurt, peynir, vs…

Baklagiller (fasulye, soya, mercimek, yerfıstığı, vs.)

İşlenmiş gıdalar (abur cubur) cips, bisküvi, tatlı atıştırmalıklar, dondurma, hamur işleri, vs.

Meşrubat; Coca-Cola, Pepsi, Ice-Tea gibi gazlı içecekler, şişe ve kutu meyve suları, vs.
Şeker.

TAHILLAR

Öncelikle TAHILLARI inceleyelim. TAHILLAR TOKSİN, BESLEYİCİ OLMAYAN ÖĞELER ve bir çeşit bitki proteini olan LEKTİN içerir. Genetik programımız atalarımız Cro-Magnon insanlarının zamanına dayanıyor ve tahılları “işleme” kapasitesine sahip değiliz.

Peki neden, diye sorabilirsiniz. Genetik programımız 40.000 yıl öncesine dayanıyor fakat TARIM SADECE 11.000 YIL ÖNCE KEŞFEDİLDİ.

Yani diğer bir deyişle atalarımız tahıl tüketmiyordu, çünkü o zamanlar TAHIL YOKTU.

Atalarımız sağlıklı mıydı peki? EVET. Aslına bakarsanız bizlerden daha sağlıklılardı. Fosilleri ve kemik kalıntılarını inceleyerek hastalık etkileşimleri arayan Paleopatoloji adında bir bilim dalı var. Bu alandaki çalışmalara göre bilimadamları atalarımızın bizden daha boylu, daha kaslı, daha ince ve daha kuvvetli olduğu sonucuna varmışlar.

Ayrıca kireçlenme, kalp-damar (kardiyovasküler) rahatsızlıkları gibi “modern” hastalıklara dair herhangi bir işarete de rastlamamışlar. Ortalama hayat sürelerinin daha kısa olmasının sebebi ise yüksek çocuk ölümü oranlarına, enfeksiyonlara, yırtıcı hayvanlara ve kazalara bağlıydı.

Peki günümüzde tahıl tüketmenin nasıl bir zararı dokunuyor olabilir? Metabolizmamız 11.000 sene geçmesine rağmen tahılları sindirmeye alışamadı mı? Cevap, ne yazık ki HAYIR.

Tahılların yol açtığı hasarları şu şekilde sıralayabiliriz:
ALLERJİK REAKSİYONLAR,
YÜKSEK İNSULİN DEĞERLERİ (Bir dilim ekmek yemek, bir kaşık dolusu şeker yemeğe eşittir),
İNSÜLİN DİRENCİ,
LEPTİN DİRENCİ,
SİNDİRİM BOZUKLUKLARI,
ÇÖLYAK HASTALIĞINA SEBEP OLABİLEN GLUTEN DUYARLILIĞI,
OBEZİTE ( tip-2 diyabete, kalp damar hastalıklarına hatta kansere yol açabilir).

Tahıl tüketiminden kaynaklanan herhangi bir sağlık sorunu yaşayıp yaşamadığınızı anlamanın kolay bir yolu var.

Kan tahlili yaptırın ve AÇLIK İNSULİN değerlerinizi ve AÇLIK LEPTİN değerlerinizi ölçtürün.
AÇLIK İNSULİN değeriniz 3 mIU/mL ‘nin ALTINDA OLMALI, ve AÇLIK LEPTİN değeriniz 5-6 ng/mL ‘nin ALTINDA OLMALIDIR.

Eğer değerleriniz olması gerekenden farklıysa, vücudunuz insulin ve/veya leptin direnci geliştiriyor demektir. Genellikle bu iki sorun birbirini takip eder; örneğin, eğer insülin direnciniz varsa büyük olasılıkla leptin direnciniz de vardır.

İnsulin ve leptin direnci, pankreas tarafından üretilen insülinin veya yağ dokusu tarafından üretilen leptinin hücrelerimizdeki reseptörler tarafından emilememesi durumunda ortaya çıkar. Böyle bir durumla karşı karşıya kalındığında vücudumuzun bulduğu çözüm, daha çok insulin ve leptin üretmek olacaktır.

Ne olmuş yani, diyebilirsiniz. İnsulinin görevi kanımızdaki ihtiyaç fazlası şekeri hücrelerinize taşımaktır. Kanda çok fazla miktarda şeker ve insülin bulunması atardamarlarımızın ve genel anlamda vücudumuzun büyük oranda zarar görmesine neden olur.

Leptinin birçok işlevi vardır fakat yediklerimizle olan ilişkisi açısından şu anda odaklandığımız işlevi şudur: Leptin beynimizdeki hipotalamus aracılığıyla bünyemize “yemeyi içmeyi bırak, artık doydun” mesajını vermektedir. Bu mesaj gelmediği sürece kişi yemeye ve içmeye devam edecektir. Gazlı içecek şişelerinin ve restoranlardaki porsiyonların neden seneler içinde giderek arttığını sanıyorsunuz?

Bu direncin nasıl ortaya çıktığını basit bir şekilde karikatürize etmeye çalışırsak şöyle bir örnek verebiliriz. Mesela, küçük bir odaya girdiniz ve içerisi fena halde ayak kokuyor. İlk başta dayanılmaz olabilir ama zaman geçtikçe kokuya alışırsınız ve nihayetinde ayak kokusunu hiç almamaya başlarsınız. Buna da “Ayak kokusu alma direnci” diyebiliriz.

Tekrarlanan insulin ve leptin üretiminin de benzer bir etkisi vardır; bir süre sonra vücut bu durumu görmezden gelmeye başlar.

Günde ne sıklıkla yemek yediğimiz gibi önemli göstergeler de vardır. Eğer bazı diyetisyenlerin ve doktorların da önerdiği gibi günde 5 – 8 öğün yemek yiyorsanız, vücudunuz da günde 5 – 8 kere insülin ve leptin üretecektir. İNSÜLİN VE LEPTİN DİRENCİNE GİDEN YOL AÇILDI BİLE.

BEN GÜNDE 2, EN FAZLA 3 ÖĞÜN YENMESİNİ TAVSİYE EDİYORUM. HAFTADA BİR VEYA İKİ GÜN DE ORUÇ TUTMAYI ÖNERİYORUM. ORUÇ TUTMA KONUSUNA DAHA SONRA YİNE DEĞİNECEĞİZ.

PATATES VE DİĞER KÖK SEBZELER

Yaratan, insanlara ve hayvanlara onları besin olarak gören yırtıcı hayvanlar ve yaratıklardan kaçabilmeleri için bacaklar vermiş. Peki ya bitki ve tohumlara? Onların da temel içgüdüleri genlerini sonraki nesle aktarmaktır .

İçerdikleri toksinler, besin değeri olmayan öğeler, lektinler, vs. bu bitkileri tüketmeyi tehlikeli hale getirmektedir. Dolayısıyla otoburlar, bakteriler ve mantarlar bu bitkilerden uzak durmaktadır, böylece nesilleri tükenmemiştir.

Aynı durum tahıllar için de geçerlidir. Nihayetinde tahıllar, otların tohumlarıdır.

Her yıl onlarca çocuk çiğ patates yemekten ölmektedir. Yüksek ısı ve pişirme işlemi bazı zararlı toksinleri yok ediyor olsa da, patates ayrıca oldukça nişastalı bir sebze olduğundan ben patates yemiyorum.

Tahıllara tekrar değinmek gerekirse buğday, çavdar, arpa ve soyanın yenebilir hale gelmesi için de mutlaka işlenmesi / pişirilmesi gerekmektedir.

Uzun zamanlar önce, tarımın icadından bile önce yabani tahılların alkollü içecek yapımında kullanıldığını okumuştum; bira yapımında.

Bu geleneğe sadık kalınmış olsaydı ve tahılların kullanım alanı genişlememiş olsaydı daha sağlıklı bir nüfusa sahip olabilirdik.

Toprağın altında yetişen her şeyin (havuç, turp, şalgam, vs.) onları yemek isteyenlerin saldırısına uğrama olasılığı çok yüksek olduğundan, büyük ihtimalle hepsinin bir “korunma mekanizması”na sahip olması gerekir. Peki neden bu besinler bize zarar vermiyor? Bazı Paleo Diet meraklılarının tüketmekten kaçınıyor olmaları dışında bu besinler hiç bir zaman büyük bir sorun olarak görülmemiştir. Acaba bunun sebebi atalarımızın toprağı kazıp bu kök sebzeleri çıkarmaları ve yemeleri olabilir mi? Belki genetik programımız zamanla bu besinleri “işlemeye” uyum sağlar hale gelmiştir? Bu bana olası geliyor.

Sonuç olarak pancar, havuç, yer elması, şalgam ve turp yiyorum (hatta bazılarının suyunu da içiyorum) ve herhangi bir yan etkiyle karşılaşmadım.

Peki ya diğer sebzeler? Ispanak, kıvırcık lahana, brokoli, kuşkonmaz, vs. Onların da nesillerinin tükenmesini önlemek için aynı savunma mekanizmasına sahip olmaları gerekmez mi? EVET BENCE ÖYLELER. Peki nasıl oluyor da bu besinlerden zarar görmüyoruz? Onları tüketmenin tehlikeli olduğu konusunda uyarılmak bir yana (tahıllarda olduğu gibi) sebzeleri tüketmemiz için teşvik ediliyoruz.

Cevap oldukça basit, bu sebzeler 11.000 yıl evvel tarımın keşfedilmesinden çok daha önce de varlardı ve dolayısıyla genetiğimiz onları tüketmeye uyum sağladı.

SÜT VE SÜT ÜRÜNLERİ
Yemediklerimi ve içmediklerimi sıralamaya devam ediyorum, sıra geldi süt ve süt ürünlerine.

Öncelikle, insanlar dışında hiçbir hayvan, büyüyüp yetişkin olduktan sonra başka bir hayvanın sütünü içmez. Bunun bir sebebi olmalı!

Süt ve peynir gibi süt ürünleri tüketmenin vücutta çok falza mükoza üretimine neden olduğu saptandı. Ayrıca kanser hücrelerinin de bu ortamlarda hızla çoğaldığı belirlendi. Peki bu %100 kesin bir bilgi mi? Hayır, fakat riske girmenin ne lüzumu var?

Tahıl tüketimi nedeniyle oluşan gluten duyarlılığına gibi, bazı insanlarda laktoz (süt şekeri) duyarlılığına rastlanır. Sanki bu kişilerin tahıl, süt ve süt ürünleri tüketmelerini engelleyen doğuştan gelen bir uyarı sistemleri var. Neden herkese böyle bir uyarı sistemi bahşedilmemiş? Hiçbir fikrim yok.

Bir yanda bir tanecik bira içtikten sonra sarhoş olup içmeyi bırakan birini düşünün, diğer bir yanda ise rahatlıkla bir şişe viskiyi devirebilen bir başkasını. Hangisi daha iyi? Hangisinin sonunda karaciğer rahatsızlığı yaşaması daha olası? SANIRIM NE DEMEK İSTEDİĞİMİ ANLADINIZ.

Süt elbette besin değeri yüksek bir gıda. Bu yüzden bebekler hayatlarının ilk 6 ayı sadece sütle beslenirler ve süt sayesinde büyürler. Tabii anne sütünden bahsediyorum.

Ticari, pastörize, homojenize süt besin değerinin büyük bir kısmını işlemden geçirilirken kaybediyor.

Yukarıda bahsettiğim tehlikelerinin yanı sıra, pastörize ve homojenize edilmiş süt ve süt ürünleri süte atfedilen besin değerlerinden büyük oranda yoksunlardır.

Tüm dünyada çok yaygın olarak tüketilen bir süt ürünü de YOĞURTdur.

Yoğurt, bağışıklık sistemimizin %90’ını oluşturan, bağırsaklarımızdaki 100 trilyon faydalı bakteri ile beraber bağışıklığımız  için ek  bir probiyotiktir.

KISA BİR NOT: İnsan vücudu ortalama olarak 50 trilyon hücreden oluşmaktadır. Bu sayının 10 katı,  yani 500 trilyon bakteriyle  beraber yaşamaktayız. Buna MİKROBİYOM umuz  denilmektedir. Bu mikrobiyotaların beslenmesi gerekmektedir, özellikle de bağırsaklarımızdakilerin. Bunu da PREBİOTİK ler ile gerçekleştiririz; örneğin yer elması.

Yoğurttaki bakteriler, vücudumuzdaki bakteriler ile elele muhteşem bir bağışıklık sistemi oluşturur. Bu yüzden yoğurdu bir istisna olarak değerlendirip, sık sık yoğurt tüketiyorum. FAKAT KESİNLİKLE HAZIR YOĞURT TÜKETMİYORUM.

Hazır yoğurtlar, pastörizasyon ve homojenizasyon sonucu besin değerinin çoğunu kaybetmiş sütlerden yapılmaktadır. Süpermarket yoğurdunun buzdolabında uzun bir süre ekşimediğini farketmişsinizdir. Peki neden? Çünkü içeriğinde ekşimesini engelleyen antibiyotikler ve başka kimyasallar mevcut. Bu yüzden de TÜKETİLMESİNİ KESİNLİKLE TAVSİYE ETMİYORUM.
Biz kendi yoğurdumuzu çiğ manda ve inek sütünden evde kendimiz üretiyoruz.
BAKLİYAT
Her türlü fasülye, mercimek, nohut, soya fasülyesi ve yerfıstığının dahil olduğu bu besin grubunu ben genellikle tüketmemeyi tercih ederim. Evet, yerfıstığı baklagillerdendir.

Bazıları bezelyeyi de bu kategoriye dahil eder ama botanik olarak sınıflandırıldığında meyve ailesine mensuptur.

Peki neden baklagilleri düzenli olarak tüketmiyorum? Evet arada sırada yiyorum, fakat çok sık değil. Temel sebep, vücudumuzun bize şöyle bir şey söylemeye çalıştığını düşünüyor olmam: “Lütfen şu şeyleri yeme, bu gaz denen meret beni mahvediyor”. Peki bu rahatsızlığa değer mi? Baklagil savunucuları şöyle diyecektir: “Mahrum kalacağın onca vitamin ne olacak?”, neyseki bu vitaminler sebzelerde de bol bol var.

Yerfıstığı yemememin bir nedeni yerfıstığının baklagil olması, ama esasında ölüme dahi yol açabilen birçok ciddi alerjik reaksiyona sebep oluyor olması. Buna da gerekçe olarak yerfıstığının bilinen en kanserojen toksinlerden, aflatoksin içeriyor olma ihtimalinden kaynaklandığı söylenmektedir. Aynı tehlike fındık içinde de geçerli, fakat şimdiye kadar fındık tüketimi ile ilgili herhangi bir uyarıya rastlamadım.Ayrıca, aflatoksin daha ziyade depolama sürecinde oluşmaktadır.

Aflatoksin tehlikesi soya fasulyesi için de söz konusudur. Her halükarda, şu sebeplerden dolayı hiçbir şekilde soya fasülyesi de tüketmiyorum:
Dünyada üretilen tüm soya fasulyeleri büyük oranda GDO içermektedir,

Soya fasülyesi kadınlık hormonu olan östrojeni taklit eden maddeler de içermektedir.

Erkekler; eğer göğüslerinizin büyümesini ve iktidarsız kalıp cinsel hayatınıza veda etmek istemiyorsanız, soya fasülyesinden ve soya ürünlerinden uzak durun. Bunlara edamame de dahil.
HİÇBİR ZAMAN YEMEDİĞİM GIDALAR
Kutulanmış, ambalajlanmış, tenekelenmiş hemen hemen her şey,
Gazlı içecekler,
Buzlu çaylar,
Şişelenmiş, kutulanmış meyve suları,
Cipsler,
Kurabiyeler, çörekler,
Unlu mamuller,
Şekerler,
Trans yağlar (hidrojenezisyon la katılaştırılan sıvı yağlar; margarin gibi)
Dondurma,
İçinde Yüksek Fruktozlu Mısır Şurubu olan her şey,
İçinde yapay tatlandırıcı olan her şey,
İçinde MSG (monosodium glutamate) olan her şey,
İçinde yapay renklendirici olan her şey,
İçinde GDO olan her şey.
Ne demek istediğimi anladınız sanırım.

Raf ömrünü uzatabilmek için, gıda üreticileri gıdaları çoğunlukla posa ve liflerden arındırmaktadırlar. Lezzet kaybını ikame etmek için de ürünlere Yüksek Fruktozlu Mısır Şurubu (YFMŞ) eklenmektedir.
Kızım Çiğdem’den, Charleston’daki süpermarketteki paketlenmiş tüm ekmekleri kontrol etmesini istedim. Yanlış hatırlamıyorsam, 1 ya da 2 marka dışında, hepsi YFMŞ içeriyordu. Bu bize YFMŞ’nin ne kadar yaygın kullanıldığına dair bir fikir sağlıyor olmalı.
Peki YFMŞ neden bu kadar yaygın? Çünkü YFMŞ, beyaz sofra şekerinden %50 daha ucuz ve %20 daha tatlı.
Ne olmuş yani, diye düşünüyor olabilirsiniz. Leptin hormonundan daha önce de bahsetmiştik hatırlarsanız. YFMŞ leptin hormonunun beyninize iletmesi gereken “artık doydun, yemeyi bırak” mesajını da bloke etmektedir.
Hatırlıyorsanız, yalnızca sabahları meyve tükettiğimi yazmıştım. Birçoğunuz sebebini merak ediyor olmalı. Meyveleri tatlı yapan FRUKTOZ, yani meyve şekeri, glukoz ve sofralarda kullanılan sakaroz şekeriyle karşılaştırıldığında farklı bir şekilde metobolize edilmektedir ve bir çok sakıncası vardır.
Eğer meyveler bu kadar çok sağlıklı vitaminler, mineraller ve antioksidanlar içeriyor olmasalardı, muhtemelen hiçbirini tüketmiyor olurdum.
Bu yüzden meyve yiyorum, fakat sadece sabahları.
Peki vücudumuz fruktozu nasıl metabolize ediyor? Tıpkı alkol gibi. Bu maddenin geniş kapsamlı kullanım alanına baktığımızda, kendinizi şu etkilere maruz bırakırsınız:
Obezite,
Metabolik Sendrom,
Diyabet,
Kalp ve Damar Hastalıkları,
Alkole bağlı olmayan karaciğer yağlanması rahatsızlığı,
Yüksek Kan trigliserid oranları,
Yüksek Ürik asit oranları (evet bu gut hastalığı anlamına geliyor).
Hatırlarsanız tahılları incelerken, tahıl tüketiminin sebep olduğu zararları tespit edebilmek için, açlık insülin değerlerinizi ve açlık leptin değerlerinizi ölçen bir kan tahlili yaptırmanızı önermiştim.
YFMŞ ‘nin vücudunuzda sebep olduğu zararı tespit edebilmek için de, kan tahlilinde trigliserid ve ürik asit değerlerinin ölçülmesini de talep edin. ÜRİK ASİT seviyesi 3,5 – 7,2 mg/dL arasında olmalıdır.

YAPAY TATLANDIRICILAR ÜSTÜNE BİRKAÇ SATIR
Yapay tatlandırıcıların içeriğindeki kimyasalların ne kadar zararlı olduğundan şimdilik bahsetmeyeceğim.
Amerika Gıda ve İlaç Dairesi (FDA), yapay tatlandırıcılarda belki de en yaygın kullanılan olan ASPARTAM’ın satışına 17 yıl izin vermemişti. Sebebine inanamayacaksınız: AMERİKAN SİLAHLI KUVVETLERİ ASPARTAMI SİNİR TOKSİNİ OLARAK SINIFLANDIRMIŞTI. Peki şimdi ne oldu da, FDA artık Aspartam satışına göz yumuyor? Şu an Washington, D.C lobilerinden ve nüfuz ticaretinden bahsetmeyeceğim ama ortaya çıkan resim pek de hoş değil.
Can alıcı noktaya gelelim: yapay tatlandırıcılar SIFIR kalori olduklarına göre, kilo vermeye yardımcı oluyorlar mı? CEVAP, NE YAZIK Kİ HAYIR.
Kanınızda 74-106 mg/dL arası glukoz olmasına ihtiyacımız vardır. Yapay tatlandırıcı kullandığınızda, sıfır kalori olsa bile, vücut tükettiğinizi tatlı bir şey olarak algılar ve pankreas insülin üretmeye başlar. İnsulin kanda bulunan şekerin bir kısmını hücrelere aktarır ve kanda bulunması gereken “normal” şeker oranı düşer. BEYNİN TEMEL BESİN MADDESİ GLOKOZDUR, normalin altında bir glukoz seviyesiyle karşılaştığında beyin panikler ve şekerlemeler, kekler aşermeye başlar. Yani ufak bir hipoglisemik atak geçirirsiniz. Bu atağı yatıştırmak için “tatlı bir şeyler” yersiniz, ALMAKTAN KAÇINDIĞINIZ KALORİLERE NE OLDU PEKİ?
Basitçe izah edecek olursak, yapay tatlandırıcılar sizi ve beyninizi aldatır. Bu durum ise tatlandırıcılar sayesinde kurtulduğunuzu sandığınız kalorileri, sizi soktuğu hipoglisemik ataktan kurtulmak için yiyeceğiniz tatlılarla kat kat almanızla işlevsiz kılar.
Arada sırada yaptığım kaçamaklardan bahsedip, yukarıdaki kuralların bazılarını nasıl çiğnediğim konusunda “itiraflarımı” da yazacaktım, fakat bunlardan bahsetmeden önce okuyucularımın “kuralları” detaylıca okuyup hazmetmelerinin daha iyi olacağına karar verdim.

Yorum Yapın